KAYNAK: http://www.kentimgazetesi.com/haber/mizah-belgeselcisi-esra-alkan-ile-ev-soylesisi-601.html
KAYNAK: http://www.kentimsisli.com/haber/mizah-belgeselcisi-esra-alkan-ile-ev-soylesisi-669.html
M.Ş.: Evine bizi konuk ettiğin için çok teşekkür ediyorum. Olağanüstü güzel bir kahvaltı yaptık. Anadolu’nun değişik yerlerinden gelen reçeller, ballar, tereyağı, zeytinyağı, hepsi Anadolu’nun o güzel kokusunu, tadını yaşattı bize. Aynen televizyon programlarında olduğu gibi. Esra Alkan’ın çok değişik bir hayat hikâyesi var ve zengin bir meslekler geçmişi var. Esra Alkan nasıl ve nerede dünyaya geldi? Nasıl bir ailenin çocuğuydu?
Beni Mesleklerim Yarattı
ESRA ALKAN: Meslekler geçmişini ilk kez sen kullandın ve bu o kadar doğru tanımladı ki beni! Uzun yıllardan beri yaptığım televizyon programları ve belgeseller, geçmişimdeki mesleklerler silsilesi beni bugüne hazırladı diyebilirim. 20’li yaşlarda arkeolojiyi bitirir bitirmez bu çok sevdiğim mesleğime başlasaydım, neler neler yapardım, çok daha fazla yol alırdım diye düşünüyorum. Hemen bu düşüncemi bir kenara koyuyorum ve diyorum ki, beni bugünlere geçmişteki mesleklerim hazırladı.
M.Ş.: Son yıllarda yaptığın TRT belgesellerinden önce televizyonlarda gezi tanıtım amacıyla yaptığın belgeseller var ve bir de bunun öncesinde, sinema sektöründe sevgili Atıf Yılmaz ile birlikte bir kariyerin var. Atıf Yılmaz’în bazı filmlerinin koordinatörü oldun.
Yaşadıklarımızın Sonucuyuz
ESRA ALKAN: Onlar asli işimin yanında beni yaşatan, daha da besleyen bir hobi gibiydi. Profesyonel anlamda televizyon programcılığına ve belgesel yapımcılığına 10 yıldan beri başladım diyorum. Diğer işlerimi tamamen bıraktım. 10 yıldan beri tamamen kendimi belgesel yapımcılığına ve sunuculuğuna hasrettim. Alt bilincimde her gün bütün yaşadığım her şeyi, hiç ayırmadan – iyisiyle kötüsüyle – kırıldıkların ya da sevindiklerimle birlikte değerlendiririm kendimi. Zaten hepimiz yaşadıklarımızın sonucu değil miyiz?
M.Ş.: Yaşadıklarını kabul eden bir ruh haline mi sahipsin?
ESRA ALKAN: Çocukluğumun hoş bir anısı var. Daha ben ana rahmine düşmeden babam İstanbul üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyor. Samsun’un Bafra İlçesi Köseli köyü oradan gelen dayılarımın arkadaşı olan babam gençken insani değerlere inanmış ve 80’li yıllarda sosyal adaletin geleceğinden son derece emin. Büyük sermayeden gelmesine karşın, hayatını topluma adamış bir insan. Onun babası pek çok köyün ağası, geleni gideni ağırlıyor ama gelin görün ki oğlu onun kendi konumuna dinamit sokacak bir şeyler için uğraşıyor. Köylüler için, onların hakları için mücadele etmeye uğraşıyor.
Annemin teyze kızları var. Onlara Modalı Kızlar deniyor. Çok hoş ve güzel kızlar. Sürekli çay partilerine gidiyorlar. Babam bu arada arkadaşının kız kardeşini beğeniyor, kıvranıyor ama bir şey söyleyemiyor. Dans ile başlayan hukukun devamında annemle babam evleniyor ve Bafra ya gidiyorlar.
Eski Bafra’yı Özlüyorum
Aile Bafra’ya yerleşmesine karşın, yılın 5-6 ayını İstanbul Acıbadem’de, Moda’da geçiriyoruz. Bafra da evimizi, babamın yazıhanesini, okula başladığımda gittiğim okul yolunu hatırlıyorum. Gerçi 35 yıl sonra gittiğimde Bafra’yı tanıyamadım. Daha sonra televizyoncu olup da tek tek Anadolu’nun illerini ve ilçelerini gezmeye başladığımda bana hep söylüyorlar: “Esra Hanım neden gelip çekmiyorsun?” Açıkça söylüyorum, “ben bunun neresini çekeyim?” diyorum. Arkeolojide okumamış olsam iç mimar da olabilirdim. Hemen pratik çözümler üretebiliyorum. Belediye Başkanlarına hep söylerim: “Başkan, nasılsa bu binaları yıkamayız ama sizin evinizde, küçük yerleşim yerlerinde haydi balkonlara şöyle bir çiçekler koyalım, yolları ve sokakları temizleyelim ve ağaçlandırmalar yapalım. Aynı binalarla çok şirin yerler oluşturabilir”.
Kalk Gidelim Çocukları
TRT Televizyonları için yaptığım Kalk Gidelim programıyla gittiğimizde yollar ve sokaklar düzenlendi. Kalk Gidelim çocuklarıyla beraber bir formül ürettik. Belediyeden para çıkmasın istedik ve dedik ki “sokakları paylaştıralım. Katkıda bulunan boya firmasının plaketini sokağın köşesine asarız.” Kalk Gidelim çocuklarım çekim sonrasında ben Batman’dan ayrılır ayrılmaz Valiliğin kapısını aşındırmışlar, isteklerini sıralamışlar. Bu arada 9 bin çocuğa ücretsiz bilgisayar ve kolej kursları sağlandı. Bütün bunlar Kalk Gidelim çocuklarının başarısı.
M.Ş.: Esra Alkan’ın Bafra-İstanbul arasında çocukluk dönemindeki o gidiş gelişlerin, yol aşındırmaların, daha sonra Esra Alkan’ın Kalk Gidelim gibi Anadolu’nun her bir köşesini karış karış dolaşmasına neden olacak hevesleri yarattığına inanıyorum. Bafra ve İstanbul git-geli içinde seni olumlu olumsuz neler etkilemişti. O dönemde tercihin Bafra mı yoksa İstanbul mu olurdu?
İstanbul’un Kibarlığı, Anadolu’nun İnsancıllığı
ESRA ALKAN: İlk kez şimdi düşüneceğim bunu. Çünkü ben ikisini hep aynı kotada düşündüm. Konuşma şeklimiz, oturmamız, kalkmamız, kültürümüz bütünüyle annemden kaynaklı yani İstanbul ağırlıklı. Babamdan inanılmaz bir insan sevgisini, renk, din, dil, hiçbir şey ayırt etmeden insana olan güvenimizi sevgimizi ve saygımızı aldık.
M.Ş.: İstanbul’un kültürü ve görgüsüyle Anadolu’nun insancıl ve duygusal yaklaşımı Esra Alkan’ın kimliğini oluşturdu diyebilir miyiz?
ESRA ALKAN: Kesinlikle. Ben bu ikisinin karışımıyım. Avukat olan babamın Samsun’daki bir davasına gitmek üzere ben de yanına takıldım. Mahkeme salonunu görmek istiyordum. Kardeşlerim anneme, ben babama odaklıyım. Babam 80’li yıllarda ülkeye sosyal adalet geleceğine inanıyordu. O yıllarda sosyal adalet değil Kenan Evren geldi.
M.Ş.: Arkeolojiye merak nerden sardı? Günümüzün ya da yaşadığımız zamanın yollarında dolaşmak yetmedi mi? Geçmiş dönemlerin yolarını ve zamanını araştırmak hevesi nereden doğdu?
İnsanın Kendini Bulma Çabası
ESRA ALKAN: Ben ortaokuldayken babam bizi arabaya alır, Ege Akdeniz öyle dolaşırdık. Sarı levhalar, deniz, kum, güneş. Ben o dönemden beri insanoğlu nereden gelmiş, ne yapıyor, ne eserler bırakmış merak ederdim. Beni o taşların arasından alamazlardı, en son ben ayrılırdım ören yerlerinden. Arkeolojiyi bilerek, isteyerek seçtim. Okulum da İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Fakültesi. Fakültede, yan dersler alıyorduk. Sosyal ve fiziki antropoloji derslerini aldım. Yani ben hep insan odaklıydım. İnsana olan merakım hiç eksilmedi. Böylece kendimi bilmeye, bulmaya çalıştım hep.
M.Ş.: Geçmiş kuşakları, eski uygarlıkları araştırmak belki de kendimizi daha iyi tanımamıza mı yardımcı oluyor?
Kitap Kurdu Esra Alkan
ESRA ALKAN: Kesinlikle evet. Çünkü dünü bilemezsek yarın oluşturamayız. Çok kitap okurdum. Gece saat 2 olmuş hala elimdeki romanı okurdum. Babam yada annem “yat uyu ya da dersine çalış” diyorlar ama bakıyorlar ki ben yine başka kitap okuyorum. “Bütün gece benim, yaparım” diyordum.
M.Ş.: Günümüzde pek çok kişi artık kitap okumamaya başlamışken bu kitap hevesinin sürmesi eski alışkanlıklardan mı kaynaklanıyor. Pek çok kişinin kitap okumaktan bu kadar uzaklaşmasını nasıl değerlendiriyorsun?
Kitaplarımı Kağıt Kalemle Yazıyorum
ESRA ALKAN: Kendimden yola çıkayım. Ben dokunmatik bir insanım. Yani 2 saniye sonra bir şey anlatırken hiç tanımadığım bir insan bile olsa onun bir kolunu omzunu tutabilirim. Duyularım hep birlikte hareket ediyorlar. Bu nedenle bir kitabı internetten mümkün değil okuyamam.
Kitap okumuyorlar sorusuna ben cevap veremem. Çünkü ben bunu anlamıyorum. İnsanlar kitabı ellerine almadan, tutmadan nasıl kitap okuma hissinin doygunluğuna ulaşıyorlar, nasıl zevk alıyorlar, aklım ermiyor.
M.Ş.: Arkeoloji Fakültesini bitirince arkeologluk yaptık mı?
Arkeologlar Mesleğiyle Mi Evlidir?
ESRA ALKAN: Arkeologluk yapabilmek için okulda kalmak gerekiyor. Fakültenin ikinci yılında, “Arkeolojide biz hep teorik okuyoruz hocam, olur mu böyle” dedim ve arkadaşlarımı örgütledim. Sınıfımızda bir turizmci arkadaşımızın bulunması bize şans oldu. Bize maliyetine otobüs sağladı. Bir otobüs öğrenci ve üstelikle okuldan hocamız da başımızda sarı levhaları ziyaret ederek hep dolaştık. Bu şekilde 2 kez gezi yaptım. Bu arada âşık oldum. Âşık olunca – aile olarak çok moderniz ama bizde öyle çokta fazla rahatlık, flörtlük, birinden ayrıl biriyle beraber ol yoktur – evlenmeye karar verdik ve hemen nişanlandık. 2. sınıftayım ve hocalardan biri de bunu duymuş. Bütün amfinin içinde rezil beni rezil etti. “Duydum ki arkadaşlarınızdan bir tanesi nişanlanmış. Bir arkeolog mesleği ile evlidir. Eğer nişanlanıp hemen çocuk yapmaya niyetliyseniz lütfen bu sıraları işgal etmeyin” dedi. Ben kıpkırmızı oldum. Ders biter bitmez hocayı çıkarken yakaladım. “Hocam göreceksiniz ben hem evlenirim, hem çocuk yaparım, hem de arkeolojiye çok iyi şeyler katarım. Göreceksiniz boşa okumuyorum, buraya bile bile geldim.” Dedim. Hoca şöyle bir baktı “Haydi bakalım” dedi. Yıllar sonra beni başarılarımdan dolayı kutlayacak ve “ben mahcup oldum ama o kadar sevinçli bir mahcubiyet ki bu, böyle mahcup olmaya razıyım!” diyecekti.
M.Ş.: Yıllar sonra hocanı mahcup ettin ama fiilen arkeologluk yapmadın değil mi?
ESRA ALKAN: Yapamazdım. Hocanın dediği şöyle doğru oldu. Ben bitirme imtihanlarında Beril’e hamileydim. O halde girdim bitirme sınavlarına. Ondan sonra okulda kalsaydım zorunlu hizmetle Anadolu’ya, müze müdürlüklerine gitmem gerekecekti. Okuldan sonra 5 yıl evde çocuğuma baktım ve o 5 yılda sürekli okudum. Çocuğuma iyi annelik yaptım. 5 yıldan sonra Erdal Atabek’ in danışmanlığını yaptığı Kırmızı Balık Çocukevi’ne Beril’i emanet edip Bilim Sanat Kültür Kurumu BİLSAK’TA işe başladım.
M.Ş.: BİLSAK senin hayatına, Esra Alkan BİLSAK’a ne kattı?
BİLSAK Günleri
ESRA ALKAN: Muhakkak her ilişki birbirini besliyor. BİLSAK’a şu niyetle başladım: O zaman Murat Belge hafta sonu turları yapıyordu ve Türkiye’de BİLSAK ile birlikte kültür turu, şehir turu başlamıştır. BİLSAK her şeyin ilkiydi. BİLSAK’a gittim. Mustafa kemal Ağaoğlu’ndan randevu aldım. Dedim ki, “ Mustafa bey, ben bu sahneye gider gelirim. Yaptıklarınızı da hep takdir ederim. Ama şimdi Anadolu’ya çıkıyorsunuz, tur düzenliyorsunuz. Şehir turlarınız öksüz kalmasın. Ben bunu seve seve yaparım” dedim.
Mustafa Kemal güldü o zaman. “Ama bunu zaten Murat Belge yapıyor. Biz zaten 15 gün için gidiyoruz. Sonra yine devam edeceğiz” dedi. Mustafa Kemal benim telefonumu aldı. Doğum günümde Burgaz Adasındayken BİLSAK’tan telefon geldi ve ertesi güne randevu verildi. Bana gezileri vereceklerini düşünürken, gezip gören, oturup kalkmasını bilen bir kişi olarak Atatürk Kültür Merkezinin catering hizmetlerini üstlenmem teklif edildi. Ben bu konuda bir şey yapmadım desem de dinlemediler ve “siz davetli olarak gittiğiniz yerde ne görmek istiyorsanız onu gerçekleştirin yeter” dediler. “Olur denerim” deyivermişim. Çok nitelikli bir düzenleme ve aşçı ekibiyle işe başladım ve harikulade işler başardık.
M.Ş.: Esra Alkan cateringden sonra restoran işletmeciliğine geçti ve Türkiye de bu alanda öncü uygulamaları yaptı. Bir Eskandil işletmeciliği var bunun öyküsünü anlatır mısın?
ESRA ALKAN: Memnuniyetle. BİLSAK cateringde bir ilki gerçekleştirdi. O zamana kadar bu tarz bu resepsiyonu yapan sadece 5 yıldızlı otellerin catering hizmetleriydi. Biz onlarla başa baş geldik. Çünkü biz otel değiliz fakat bir otelin hizmetinden daha iyisini verebiliyorduk. Onlar otelin yerleşik düzeninden dışarıya çıktığı zaman biraz aksaklıklar olabiliyordu. Biz dışarısı için konuşlandığımızdan hiçbir aksaklığa izin vermiyorduk. Zaman geçtikçe Mustafa Kemal rahatsızlandı sonra BİLSAK cateringde ben ve arkadaşlar orada rutine döndük. Türkiye’deki ortam değişti. Atatürk Kültür Merkezini çok para istedikleri için alamadık. AKM bizden gidince diğer şeyler de gitti.
Tam o sırada Ticaret Odası bana Cemile Sultan Korusundaki Eskandil’i teklif etti. Burayı her şeyiyle tamamen sana verelim dediler. Kiracısı oldum ve oranın her şeyini değiştirdim. Zaten catering işinden geliyordum, restoran işini niye başarmayacaktım ki! Bizim zamanımızda Eskandil bir ekol olmuştu.. Grek geceleri yapardık. Yanni Klimantakis şarkı söylerdi. Neşet Ruacan ile teras katında programlar gerçekleştirdik.
M.Ş.: Turizmdeki catering ve restoran işletmeciliği başarısının ardından başka alanlara kayış var. Yayıncılık, dergicilik ve sonra sinema.
Esra Alkan’ın Takma Adı
ESRA ALKAN: Çocuklukta okuduğum kitapların demek ki faydası oldu. .Yiyecek içecek işler, BİLSAK, Eskandil benim İstanbul ve Ankara’nın bürokrat, sanatçı ve aydın kesimleriyle ilişkilerimi, dostluklarımı güçlendirmişti. Eskandil’de de ticari olarak işleri oturttuktan sonra her şey tıkır tıkır yolunda gidiyordu. Hobim yazı yazmak olduğundan ve öteden beri hep yazdığımdan, nefes almak için yazmaya yöneldim. Dilara Akkan takma adını kullandım. İlk kez İstanbul Haber Ajansında yazmaya başladım. Sonra bu ajansa bağlı bir dergide. Mekânın mı yoksa lezzetin mi peşinden gidiyorsunuz sorusuna yanıt bulan yazılar yazıyorum. Çünkü lezzet, yemek bir felsefedir.
Yemek Kültürü Yalnızca İnsana Özgü
Evet, kuşlar börtü böcekler karnını doyuruyor ama onlar içgüdüsel olarak yiyorlar. Biz ne yapıyoruz? Sofraya sofra örtüsü, çiçek, peçete ve tabağımızı koyuyoruz. Yemek yemenin bir sıralaması, bir adabı oluyor. Yemek yemek bir kültürdür ve derin bir felsefeyi yansıtır. Keza gezmek de öyle. Hayvanlar da bir yerden bir yere göç ediyor. İnsanlar ne yapıyor? İnsanın gezmesinin de bir kültürü vardır ve bu sadece insana dair bir şeydir. Biz içgüdüsel olarak bir yerden bir yere seyahat etmeyiz. Biz görmek istediğimiz yere, seçerek donanımlı ya da donanımsız gideriz. O yüzden benim TRT’de yaptığım bir seyahat programı değildir, “seyahat kültürü” programıdır. Kalk Gidelim yalnızca bir yol tarifi değildir. O kültürü çocuklar ortaya çıkarırlar.
M.Ş.: Esra Alkan’ın sinema serüvenine gelecek olursak…
Sinema ve Belgeselcilik İçin Dönüm Noktası
ESRA ALKAN: Eskandil’de her şey oturmuşken, Atıf Yılmaz ve ekibi Eğrelti Gelin filmi için çekim mekânı araştırmak üzere Kastomunu’daydı. Ben de turizmci arkadaşların TURSAB kapsamında düzenlediği bir info gezisi için yola çıkma kararı alıyorum. Atıf Yılmaz bana “şu senaryoyu bir oku” deyip duruyordu oysa. Uygun bir yer bulamıyorlar. Tam da vazgeçmek üzereyken ben senaryoyu alıyorum ve Kastamonu’ya doğru otobüsle yola çıkıyorum. Herkes uyurken çıkardığım senaryoyu okuyorum ve Kastamonu’ya vardığımızda Kültür Müdürü Zühtü Yaman’ın rehberliğinde kenti geziyoruz. Birden senaryoda geçen evi görüyorum ve hemen Atıf Yılmaz’a telefon edip “gelin yeri buldum” diyorum. Atıf Yılmaz ve ekibiyle Eğrelti Gelin çekimleri başlıyor ve ben sabahın 6.30’unda uyandırma vererek tüm ekibi kaldıran bir koordinatöre dönüşüyorum. Böylece ben Kastamonu’da profesyonel olarak sinema ve belgeselcilik dünyasına girmiş oldum.
Bu güzel gelişme olurken, Ticaret Odası beni Eskandil’den çıkartma kararı almıştı. Mahkemeye gidebilirdik ama bu hoş olmayacaktı. Benim işim bundan sonra yazım çizim ve sinema olacak dedim ve bu dönüm noktasını böylece geride bıraktım.
M.Ş.: Sinemayla ilgili kariyer belki bir süre daha devam etmiş olmalı. Televizyon belgesel yapımcılığına ve sunuculuğuna geçişimiz nasıl oldu?
Şimdi Gitmek Zamanı
ESRA ALKAN: Atıf Yılmaz’ın Eğrelti Gelin filminde kâhyayı oynayacak arkadaşımız gelmedi. “Ne olacak onun yerine ben oynarım” dedim. “Esra bizimle dalga geçme, bu oyunculuk gerektirir” dediler. Ben, “ yok içten gelen bir şey var ya ben orada onu oynarım” dedim. Hayat beni sanat dünyasına getirdi. Bütünüyle kendi profesyonel işimi yaptım. Kanaltürk televizyonunda “Şimdi Gitmek Zamanı” adlı seyahat, arkeoloji ve tarihe dayalı bir program yapmıştım. Hindistan’dan sonra tam Japonya’yı yapmaya hazırlanırken kaza geçirdim ve 6 ay yürüyemedim. Şu gördüğünüz köşe, benim çok uğurlu köşemdir. Orada da yine depresyona girebilirdim. Neler yapabilirim diye çok düşündüm. Ayaklarımın düzeleceğini bildiğim halde dışarıya çıktığımda insanların bakışı o kadar kötü ve rahatsız edici ki! Eğer yanınızdan bir engelli arkadaş geçiyorsa, kesinlikle iyi ya da kötü bakmayalım.
M.Ş.: Yurt dışıyla ilgili programlarda eminim tatmin oldun.Anadolu’ya sıra geldi diye düşünmüş olmalısın. Bunu TRT ile yapmaya nasıl başladın?
ESRA ALKAN: Şu görmüş olduğunuz koltukta oturup şimdi dışarıda çıkamaz oldum. Önce çok hoşuma gitti. Benim bir durmam gerekiyor diye düşündüm. Zaten okumak isteyip de biriktirdiğim kitaplar çoktu. Dedim ki, “Esra, nihayetinde sen yürüyeceksin. Yürüyünce düşüneceğini şimdi düşün. Sen artık şu yurt dışı defterini bırak, sen Anadolu’da gez. Anadolu’da bir sürü gezenler ve program yapanlar var. Peki, ben ne yapayım? Gittiğim yeri oranın çocukları anlatsın. Çocuklar yaşadıkları yeri tarihini kültürünü kendi ağızlarından anlatsınlar. Ben de onlara rehberlik edeyim” dedim. Projeyi oturdum yazdım ve TRT 1’e başvurmayı planladım. Ankara’ya gittim, başvurumu yaptım. Sonra beni aradılar. Kastomonu’ya gidip bir pilot çekim yap demezler mi! Ben zaten oranın fahri hemşerisi olmuşum. Demo için de ödenek çıkardı TRT.
Önce bir yönetmen arkadaşla çalıştım. Götürdüğüm malzemeyi TRT yetkilileri beğenmediler ve yönetmenliğini de benim yapmamı önerdiler. Böyle başladı ve şimdiye kadar 56 bölüm geride kaldı.
M.Ş.: kalk gidelim adlı programın yapısını anlatır mısın? Çocuklardan nasıl yararlanıyorsun? Programda çocukları nasıl değerlendirdin?
Kalk Gidelim Çocukları Kamera Önünde
ESRA ALKAN: En büyük güvencem, çocuklarla çok iyi anlaşıyor olmamdı. 80 yaşındaki insanlarla, çocuklarla empati yapabilme özelliğim var. İl Milli Eğitim Müdürlüklerini arayıp onlara şu nitelikte ilkokul çocukları istiyorum. Derslerden başını kaldırmayanlar değil de, sosyal ve girişken olanlar seçilsin diyordum. Onlar çocukları seçtikten sonra kendileriyle konuşup kimin neyi sevdiğini öğreniyordum. Kimisi tarihten hoşlanıyordu, kimisi yemek konularıyla ilgilenmekten. Ben de onlara bu ilgilerine göre rol dağılımı yapıyordum ve 5-6 gün içinde bütün çekimleri tamamlıyorduk. Çocuklara metinlerini verip evlerine gönderiyordum ve çekim sırasında kâğıttan falan okumadan akıllarında kalanları söylemelerini istiyordum.
M.Ş.: Kalk Gidelim programlarının özellikleri, kitaplaşmaları ve birde o çocukların gezilere katılması öyle değil mi?
Kalk Gidelim Çocukları İstanbul’da
ESRA ALKAN: Her çocuk kendi yaşadığı yerden ve bölgesinden hiç çıkmamış. Düzce İl Kültür Müdürü Özcan Budak, “Söz uçar yazı kalır. Programlar seyrediliyor ama unutulabilir. Bunların kitabını yazar mısın? “ diye sordu bana ve benden aldığı yanıt olumlu oldu.
İlk olarak Düzce kitabını yazdım. Çocuklar bana “Esra Abla biz de seninle” diyorlardı sürekli olarak. Düzce kitabının tanıtımını İstanbul’da yapmak ve Kalk Gidelim Çocuklarını İstanbul’a getirmek düşüncemiz destek ve kaynak bulunca, Valilikler programa katılan çocukların yol paralarını karşıladılar. Çocuklar uçaklarla geldi ve hem kitap yayınlandı ve hem de Anadolu’nun pek çok yerinden çocuklar İstanbul’da bizimle buluştu ve sevincimizi paylaştı. Boğaz gezileri, televizyon programları, tişörtler ve başka pek çok etkinlikte Kalk Gidelim Çocukları kıdemli birer gezgin ve rehberdi artık.
M.Ş.: Dolayısıyla Kalk Gidelim programı bir televizyon programı olmanın ötesinde yerel olarak çocukların da sahip çıkıldığı, onlara da gezme olanağı sağlanan, kitaplaştırılan bir yaşam aktivitesine dönüştü öyle mi?
Esra Abla Duymasın!
ESRA ALKAN: Evet öyle oldu. Sonra doğu, batı, kuzey, güney herkes birbiriyle kaynaştı ve şimdi duyuyorum, çocuklar birbirine gidip geliyorlar, haberleşiyor. Kalk Gidelim Çocukları facebook’da grup kurdular. Hatta öyle bir noktaya geldik ki içlerinden biri kaba bir davranış sergilerse diğerleri hemen uyarıyor ve şöyle yazıyorlarmış: “Esra Abla duymasın “.
Daha sonra kitaplarıma Varlık Yayınları talip oldu ve bugüne kadar üç kitap yayınlandı. Düzce, Mardin ve Sinop kitaplarını umuyorum ki bundan sonra diğer illerin kitapları izler. Rize yolda, Van dördüncü kitap olacaktı. Deprem nedeniyle kaldı. Ama Kalk Gidelim çocuklarıyla Mardin’e gittik. Desteği olan bütün kurum kuruluş ve kişilere teşekkür ediyorum.
M.Ş.: Şişli’de geçtiğimiz günlerde yapılan bir törende bir başka belgeselinin galası yapıldı. Neydi o?
Türkiye’nin İlk Mizah Belgeseli
ESRA ALKAN: Bu benim 3.belgeselim. TRT 1’de çocuklarla birlikte yaptığım, Kalk Gidelim programları TRT Belgesele geçti. Ve TRT Belgeselde de hep yetişkinler için programlar yaptım. Çünkü kanalın formatı böyle. Bu arada bu geçişler mutlaka bir zaman alıyor. Bu boş zaman içinde ne yapayım diye düşündüm. Kafamda hep belgesel yapma fikri vardı. Çünkü gittiğim yerlerde seyahat programları yapıyorum ama oralarda dinlediğim gördüğüm o hikâyeler, insan yüzleri öyle güzel belgesel olabilir ki diyordum kendi kendime. Ama sürekli dolaşıp sürekli haftalık program yetiştirme gayretinde olduğum zaman belgesellere vakit ayıramıyorsun. TRT 1’den TRT Belgesele geçip de gönderdiğim programların yayını beklenirken bana 1,5 yıl kaldı. Bu arada belgeseller çekiyordum. Ünye ve Fatsa Arası belgeseli için Kalk Gidelim çekimleri vesile oldu. Çekimlerde bir baktım ki aynı coğrafyada bazı yerleşim yerleri var ki oraların insanları aynı şeyi farklı algılıyorlar. Bunun en güzel örneği Ünye ve Fatsa. Müthiş bir mizah ortaya çıkıyor. Birbirlerinden de ayrılamıyorlar. İnsan en sevdiği ile tartışır ya öyle bir şey işte! Türkiye’nin bir mizah belgeseli oldu ve Türkiye’nin ilk mizah belgeseli olarak tescillendi.
2. belgesel için şehrin ritminin belgeselini yapmak teklifiyle Beyoğlu Belediye Başkanına gittiğimizde o “Sen Beyoğlu’nun ritmini yap. Beyoğlu zaten İstanbul’un kalbi” dedi. Beyoğlu’nun kalp atışlarını duyarak el sıkıştık. Taş plak sesleri arasında değerli sanatçı Işık Yenersu’nun olağanüstü sesiyle Beyoğlu’nun Kalp Atışları belgeselini tamamladık.
M.Ş.: Böylece Türkiye’nin, İstanbul’un, sinema sanayinin ve hatta sanat dünyasının kalbi olan bir yerin kalp atışlarını belgeselleştirdiniz. Son belgeselinden söz eder misin?
Munzur El Veriyor
ESRA ALKAN: Son belgeselde Tunceli, Bingöl, Erzincan çekimleri daha önceden yapılmıştı. İlk Kalk Gidelim çekimlerine hep önce doğu’dan başladım. Doğu’nun çocukları hayatla iç içe. Batı’nın çocuğu çok ilgili ama plato deyince başka şey anlıyorlar, bilgilerini pratiğe aktaramıyorlar. Bunu da bile bile söylüyorum. İnsanlar çocuklarını birazcık bilgisayar başından alsınlar da doğanın içinde biraz dolaştırsınlar.
Tunceli, Bingöl ve Erzincan’nın öyle güzel bir doğası var ki ağlarsınız inanamazsınız. İnsanlarTibet’e gidiyor, huşu içinde tapınaklara bakıyor. Oysa Pülümür dağları Tibet’i bizim ayağımıza getirmiş. Tibet’te insan eliyle yapılan tapınakların ön yüzleri Pülümür dağlarına kazınmış doğa tarafından. Doğa kendini insanıyla, hayvanıyla, balığıyla öyle bir özdeşleştiriyor ki! Doğa dağa taşa yazıyor. Orada insanların, hayvanların taşlaşan ruhlarını, ruhu olan taşları gördüm.
Kalk Gidelim kitaplara döküldüğü için ya döküleceği için sadece bir televizyon programı hazırlığıyla gitmiyorum oraya. Çok geniş hazırlıklar yapıyorum. İleride belgesellerde ve kitaplarda kullanılabilecek malzemeleri topluyorum.
M.Ş.: Bu söyleşide, bir güçlü kadının, başarılı bir kadının yaşam öyküsünü gözlerimizin önünde bir film şeridi gibi geçti. Umarız ki başka Esra Alkan’lar çıkar, senin gibi kadınların belgesellerini yapar. En son belgesel töreni nasıl geçti orada neler hissettin? Başka projelerimiz var mı?
ESRA ALKAN: Munzur El Veriyor galası çok hoştu. Şişli Kent Kültür Merkezinde yapıldı. 800 kişilik sinema salonu gerçekten doldu. Ünye İle Fatsa Arası belgeseli galasında da salon çok dolmuştu ve insanlar sokaklara taşmışlardı Atlas Sinemasında. Tunceli, Bingöl veErzincan dernekleri üyeleriyle geldiler.
M.Ş.: Galayı kim sundu?
ESRA ALKAN: Galayı Betül Arım arkadaşımız sundu. O zaten bizim kitaplarımızda, her yerimizde var. Kalbimde, yanı başımda, her yerde var. Munzurların devamını da yapmak istiyorum
M.Ş.: Munzur belgeselinin Esra Alkan’da bıraktığı en derin iz bir cümleyle anlatılacak olsa bu ne olurdu?
ESRA ALKAN: Güneydoğu’nun, doğu’nun insanı diğer bölge insanlarından çok farklı. Bu fark aslında onların coğrafyasından geliyor. Bu bölgelerin coğrafyasını doğru yerden okur ve coğrafyasını tanırsanız o insanın da özelliklerini çok iyi çözersiniz.
M.Ş.: O öz güzel bir öz mü?
ESRA ALKAN: O coğrafya öyle bir coğrafya ki on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca yıl öncesinden gelen ilk bereketli topraklar, ilk insanın yerleşim yeri, ilk insanlığın çıkış yeri ve o dağlar ve taşlar insanını ötelerden bu yana koynunda saklamış. Her şeyi doğada görüyorsunuz. Dünyadaki diğer bütün insanların bir zaman sonra gerek dinsel gerekse teknik olarak yaptığı her şeyin izlerini Munzur da bulabiliyoruz.
M.Ş.: Dolayısıyla “oradaki doğayı ve insanları göz ardı etmemeliyiz çünkü onların büyük zenginlikleri, derinlikleri, geçmişleri vardır” mı demek istiyorsun?
Doğanın Dilini Çözmek
ESRA ALKAN: Kesinlikle öyle. Belgeselde zaten bunu anlatıyorum. Bir yörenin, bir bölgenin insanlarını anlamak istiyorsan, önce coğrafyasına bakmalısın, coğrafyanın dilini çözmelisin. Coğrafyayla insanın bütünleşmesini fark etmelisin.
Eskiden büyüklerimiz doğanın dilini çözerek yaşardı. Örneğin Karadeniz’de balığa çıkacaksan, 2 saat önce veya sonra fırtına mı patlayacak, ne olacak ona göre tedbirini alır, gider ya da gitmezdin. Şimdi biz ne yapıyoruz? Teknoloji çok ilerledi. Biraz abartılı olmak üzere biz insanoğlu kendimize teknolojinin yardımıyla acayip bir öz güven geliştirdik. Bu sefer de doğanın karşısında hazırlıksız yakalanıyoruz. Teknoloji olarak doğayı değiştirme gücünü kendimizde buluyoruz. Doğa bizim hizmetkârımız olabilir diye düşünüyoruz. En büyük yanılgımız da burada başlıyor. Doğa da bu sefer öcünü çok feci şekilde alıyor. Dere yataklarını değiştirip ev yaparsan o evleri doğa senden geri alıyor, üstelikte evlerin içindeki canlarla beraber.
M.Ş.: Gelecek planlarımızda neler var?
ESRA ALKAN: Belgesellere, yazmaya çekemeye devam. Bakalım günler ne getirecek.
M.Ş.: Esra Alkan, kendisi için Kalk Gidelim, nereye gidelim diyecek. Bu merakı izleyicilerimiz için bir soru işareti, tatlı bir ünlem olarak bırakalım. Görme engelli okuyucularımızın büyük ilgi gösterdiği Sesli Gazetemizde de yayınlanacak bu röportaj vesilesiyle, Sesli Gazetemizi dinleyecek görme engelli dinleyicilerimize mesajın ne olacak?
İç Gözümüzü Kullanalım
ESRA ALKAN: Sadece onlara değil, aslında bütün insanoğluna tek bir mesajım var. Bizim gözlerimiz değil, içimiz görür. Dolayısıyla içinin gözlerini kullanamayan insan her ne kadar görse de göremez, bilemez, öğrenemez. Onun için görme engelli olmanın bence avantajları da çok fazla. İnsanoğlunun içine dönmesiyle bizim dışarıdan gelen etkilerle bozulmamız ve yozlaşmamız gibi bir olasılıklar yol oluyor. Daha temiz ve daha saf insan özü korunuyor. Dünyadaki çirkinlikler görülmüyor. Bu yüzden görme engelliler kendi özleri ve güzellikleri ile konuşma konusunda daha şanslılar. Onlar aslında çocuklar kadar saflar ve aynı zamanda bizim öğretmenlerimiz olacak kadar da içgörü sahipleri diye düşünüyorum.
M.Ş.: Bu güzel ev söyleşisi için çok teşekkür ediyorum.